Hayatında kadınlardan canı yanmamış erkek herhalde yoktur. Hele uzun yıllar yalnız yaşamış biriyse o şahıs, kadınlardan, darbe üstüne darbe yemesi kaçınılmaz. O tür yaralar bir biçimde kabuk bağlasa da bir kadın türünün verdiği sıkıntıları aşmanın yolu neredeyse yok. Bunlar, o adamın evine her hafta, belki her gün, çalışmaya gelen, temizlik yapan kadınlardır. Ben Kars'ta doğdum ve dokuz yaşıma kadar da orada yaşadım. Hatırlayabildiğim en erken çocukluk yıllarımdan itibaren evde bana ve kardeşime bakan, anneme yardım eden bazı genç kızlar, orta yaşlı kadınlar vardı. (Onlarla ilgili mahrem hatıralarımın bazılarını saklıyorum. Belki ileride yazacağım.) Evde yatar kalkar, evin bir insanı olarak yaşarlardı. Sonra Ankara'ya taşındık. Babam bir bina satın aldı. Onun kapıcıları çok güngörmüş insanlardı. Mehmet Efendi'nin eşi Safiye Hanım, bize haftada birkaç gün gelip gitmeye başladı. Her işi yapar, ama mutfağa girmezdi. Yıllar yılı bu düzen böyle sürdü. Sonra onlar da bir ev alıp, başka bir semte taşındılar. Fakat gene de yazın, bizimkiler Marmaris'teki evlerine gittiğinde ve ben Ankara'da yalnız kaldığımda (ah, ne kadar güzel günlerdi) haftada bir kez gelir, ikimiz de birbirimizi sevdiğimiz için olacak, bana bakar, yemek yapardı. Ondan sonra eve sayısız kadın geldi, gitti. Bir tanesi, annemin 'kadını' iken, ben kendi başıma yaşamaya başlayınca, bana da uğrar oldu. Onu da çok severdim. Beni çok daha erken bir tarihten itibaren tanıdıkları için olsa gerek, ne istersem onu yaparlardı. Dağınıksa masama dokunmaz, binlerce kitabımı nasıl bırakmışsam öyle kabul eder, hassasiyetlerime özen gösterirlerdi. Sürekli yalnız yaşadığım için olacak, bana ayrıca bir şefkat duyduklarını hissederdim.
KABAHATİN BÜYÜĞÜ BENDE
Sonra İstanbul'a taşındım. Önce Hatice'yi buldum. Ya da her zaman olduğu gibi eş dost, benim için buldu. O da iyi bir insandı. O da çok çilemi çekti. O da hassastı. Derken ayrıldı. Muhtemelen beni bırakan diğerleri gibi hamile kaldı ve çocuk doğurmaya gitti. Ondan sonra yanlışlıklar değil de facialar komedyası başladı. Nâzım Hikmet'in dediğini kabul ediyorum, kabahatin büyüğü bendeydi. Eve girip çıkan bu kadınların lakayıt, hatta laubali davranışlarına, serkeşliğine, sakarlığına, dikkatsizliğine, özensizliğine dayanamadığımdan yetişmelerini, usul erkan öğrenmelerini beklemiyor, kısa bir süre sonra yol veriyor, ardından da yeniden eşe dosta yalvarmaya başlıyordum. Beni benden iyi tanıyan dostum Ayşe Kadıoğlu, halimden anladığı ve halime acıdığı için 'elindeki kadınları' edip eyleyip bir imkân bulup bana da 'ayarlıyor' ama onlar da gene hamile kalıp evi terk ediyordu. (O safha ayrı bir muamma: Sabah gelip evde kusan, otobüste bayıldığı için uzanıp iki saat uyuyan, kalkınca "Abi ben döneyim, hiç halim yok," diyen, evdeysem ve yemek söylemişsem, gelen yemek karşısında yeniden midesi kalkanlar...) Nihayet 'yabancı kadın' bulduk. Gürcü. Fakat bunlar da zinhar dil bilmiyor. Evde yapılması gereken işlere vakıf değiller. Hatta tümden bilgisiz, habersizler. (İlgisizlik ayrı bir dert.) Çünkü hiç böyle işlerde çalışmamışlar. Bin bir dertle yaşıyorlar. Ha bire 'giriş-çıkış' yapıyor, "Bu hafta gelemeyiz," diyor, dünyanın bir ucundan kalkıp yola düştükleri için eve varmaları öğleni buluyor, sonra da apar topar işi bırakıp gene gerisin geri kendilerini yola vuruyorlar. Neyse ki, Nihal, Narınç evdeyse onlar 40 yılda bir neyin nasıl yapılması gerektiğini söylüyor. Yoksa ne ben onları görüyorum ne de onlar beni.
TOPLAMA MERAKI ORTAK
Bu kadınların hepsinde başka bir huy vardır. Ama çoğunda davranış kalıbı bellidir. Bir defa her şeyi 'toplamaya' meraklıdırlar. Toplamak, bir şeyleri bir şeylerin içine sokmak, gerekirse divanların altına falan yerleştirmek ve ortalığı dümdüz, jilet gibi yapmaktır. Pek güzel, ama sonra ben aradığımı nasıl bulacağım? Ben her yerde çalışırım, sürekli çalışırım. Bir şeyi orada bırakmışsam, bir anlamı vardır. Dinlemezler. Her şeyi 'destelemeği' marifet sayarlar. Sonra uğraş didin, ara bul-ma. Malım hiç değil ama çoraplarım, gömleklerim kıymetlidir. Basar hepsini bir arada yıkarlar. Zararın ziyanın haddi hesabı yoktur. Ütü benim için en önemli şeydir. Ütülenmiş şeyi ayrıca ütücüye göndermek tek kurtuluş çaresidir. Kısacası kadınlı hayat bir derttir ki, derd-i azim diyeyim. Bu böyle de beni asıl düşündüren şu: İstanbul bu kadar nüfuslu bir şehir. Evlere 'gündeliğe' giden sayısının, kaç kişi olduğunu tahmin bile edemem. Ama 500 binden daha az olduğu söylenebilir mi? Varsın o kadar da olmasın. Bunca sayıda insanın çalıştığı bir 'iş dalı'ndan söz ediyoruz. Bir sektör bu. Bir sendika alanı. Kaç tekstil, bakır sanayi, lokantacı var bu kentte? Kaç kütüphaneci var mesela veya terzi? Bunca büyük sayıda insanın emek ürettiği bir alanda bu işin örgütlenmemesi izah edilebilir mi? Düşünün, bir tek telefon edip ihtiyacınızı karşılayacağınız, size temizlikçi bulacak şirket, kurum, kuruluş yok. Bu kadınlar kimlerdir, kimleri eve sokuyoruz? Herhangi birisinin bir uyuşturucu işi olsa, farkında olmadan sizi de bulaştırsa ne yaparsınız? Ama madalyon meselesi. Öte yandan bunların sigortası yok, hakkı yok, görev tanımı yok, kendilerini koruyacak bir kuvvet yok. Peki bu iş niye böyle? Bana göre nedeni belli: Türkiye modernleşti, ama sadece alt yapı düzeyinde. Kentsel modernleşmesini henüz gerçekleştiremedi. Kent hayatının gereklerini hâlâ feodal dönemin şartları ve kurallarıyla yerine getiriyor. Hâlâ herkes birbirine elinde kadın olup olmadığını soruyor, hâlâ eş-dost ilişkisi devrede, hâlâ 'karakucak' usulü ilişkiler hâkim. Ne kadınlar kentli bir ailenin ne isteyip istemediğini biliyor ve ona göre davranıyor ne de hâlâ aileler çalışan kadından ne bekleyeceklerinin bilincinde. O zaman sonu gelmez sorunlarla boğuşup duruyor herkes. Oysa 1960 sonrasının tarihi dolmuşla, sabahları evlere çalışmaya giden gündelikçi kadınlarla yazılmıştır. O bambaşka bir hayattır. Geldiği evde gördüğü ve yaşadığı hayatla kendi hayatı arasındaki farkı bu insanların nasıl anladığı, yaşadığı ve aştığı ya da aşamadığı ayrı bir sorundur. Ama nasıl taksi, nasıl temizlik, nasıl ter kokusu, nasıl fahiş fiyat sorununu çözemediysek, bu sorunu da çözemedik. Şu yazı bile emin olun bu konuda yazılmış ilk yazıdır. Açıkçası, sorun büyük: Kadın arıyorum.